Kitap - Dergi - Yayın
Atatürk bu sözü söyledi mi: “Bu din batacak, ileride yeni bir din çıkacak”
Radyo Trafik’te “Hüsrev Gerede” denilince İstanbullular bunun Teşvikiye’deki bir cadde ismi olduğunu bilirler de, kim olduğunu bilmezler.
Oysa son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Trabzon mebusu olduÄŸu gibi Samsun’a 19 Mayıs’ta ilk çıkan subaylardandı. Ä°stiklal Savaşı’nda Gerede’de isyancılara esir düÅŸmüÅŸ, kurtulduktan sonra Ankara komutanı olmuÅŸ, Ä°ran, Almanya ve Japonya gibi kritik ülkelerde büyükelçilik yapmış, 1962 yılına kadar yaÅŸayarak hatırat yazacak vakti bulmuÅŸtur.
Hüsrev Gerede’nin inkılap tarihimiz için çok önemli olan “Atatürk ve Ä°nkılâb Hatıratım” adlı kitabı Sami Önal tarafından gün yüzüne çıkarılmıştı (Literatür: 2003). Ancak kendisi de bir hatırat olan “Nutuk”a saplanıp kalan inkılap tarihçilerimiz, Atatürk’ün en yakınındaki komutanlardan Gerede’nin yazdıklarını tabiatıyla görmezden geldiler. Zira dikkate alsalardı resmî tarihteki konforları Allah korusun tehlikeye düÅŸebilirdi.
Dindar bir Osmanlı subayı olan Gerede, M. Kemal’le birlikte Havza’ya gittiklerinde ÅŸehitlerimiz adına bir mevlid okunacaktır. Köylerden akın akın gelen coÅŸkulu kalabalıkla beraber yaÅŸadığı muhteÅŸem atmosferi ÅŸöyle yansıtır:
“Duada halkın can ve yürekten âmin deyiÅŸleri, Ä°zmir olaylarını, ÅŸehit arkadaÅŸlarımızı, milletçe düÅŸtüÄŸümüz ölümcül günleri gözler önünde canlandırdı. SavaÅŸtaki kahramanlıkların, akıtılan kanların boÅŸa gidiÅŸi, bağımsızlığımızın tehlikede bulunuÅŸu, duyan her yürekten milletin kurtuluÅŸu için iç parçalayıcı seslerle ‘âmin!’ nidaları çıkarttı. Kalplerdeki üzüntünün dışa vurmuÅŸ yansıması olan sıcak gözyaÅŸları matem yüklü gözlerden iki sıra halinde akıyordu. Yarabbi, ÅŸanlı Peygamber’inin kutsal ruhu hürmetine sen bu zavallı milleti kurtar!”
12 Kasım 1919 günü not defterine M. Kemal PaÅŸa’nın yeniden içkiye baÅŸladığı notunu düÅŸer. “Bekir Sami Bey’in evinde sofra kuruluyor.” der, “Kaptan Rauf (Orbay) bu duruma son derece üzülüyor.”
Hüsrev Bey’in hatıratının asıl önemli kısmı ise “Atatürk ve Devrimler” baÅŸlığı altındakiler.
“Mustafa ismini sevmiyorum”
Hüsrev Gerede’nin hatıratından Atatürk’ün, eniÅŸtesine (Makbule Hanım’ın kocasına) çok kızdığını, onun kız kardeÅŸinin sırtından geçindiÄŸine fena halde içerlediÄŸini ve kardeÅŸini boÅŸanması için sıkıştırdığını okuyoruz. Sık sık ÅŸöyle dermiÅŸ etrafındakilere: “Bu ayı gibi herife âşık olmuÅŸ. Bunun nesini seviyor?”
Yeri gelmiÅŸken belirtelim ki, Atatürk malını mülkünü millete bıraktı, diyenler unutmasın ki, aksi halde o tarihte Türkiye’nin en zengin adamı olan Atatürk’ün muazzam mal varlığı, günahı kadar sevmediÄŸi eniÅŸtesine kalacaktı! Hükümetin telaşı bundandı.
Bu rivayet hatırattan: “Atatürk, bir gece hoppa bir hanımla bir erkek görmüÅŸ. Kim olduklarını sormuÅŸ. Bir paÅŸanın kızı ile kocası olduÄŸunu söylemiÅŸler. Kadını yanına çağırmış, herkesin karşısında ÅŸapır ÅŸupur öpmüÅŸ. Kadın da bu iltifattan (!) memnun olup gurur duymuÅŸ.”
Gerede, Gazi’nin Mustafa ismini neden sevmediÄŸini kendi aÄŸzından aktarır: “Ben kendi adımdan hiç memnun deÄŸilim. Böyle koymuÅŸlar. Bir gün erkek çocuk doÄŸuran bir hanım, çocuÄŸuna Mustafa Kemal adını koymak istemiÅŸ. Bu konuda benim onay vermemi istediler. Kendilerine, benim bu adı hiç sevmediÄŸimi, fakat ana hakkına karışamayacağım cevabını gönderdim.”
Büyükelçi Hüsrev Beytifoya, yakalanan eÅŸini Ä°sviçre’ye hava deÄŸiÅŸimine götürmek ister, Gazi de “Canım yalnız gitsin. Benim kızlarım yalnız gidip geliyorlar.” der. Gerede, sert çıkar: “Sizin kızlarınız yalnız gidebilirler, fakat benim eÅŸim gidemez.” Bunun üzerine Gazi’nin gözlerinin ateÅŸ gibi parladığını yazar. Böyle küstahça cevap vermesine fena halde canı sıkılmıştır.
Bir gazetede, adını spor tesislerine koyduÄŸumuz Selim Sırrı Tarcan’ın dinde reform konusunda yazıları çıkmaktadır. Tarcan’ı Çankaya sofrasına çağıran Atatürk kendisine, “Bu din batacak, ileride yeni bir din çıkacaktır. Sen bu konularda yazı yazmayacaksın, anladın mı?” diye kesin emir vermiÅŸ, Selim Sırrı da bunun üzerine kalemini kırıp atmıştır.
Kızların kıskançlıkları
Hüsrev Gerede, son olarak “Atatürk’ün manevî kızları” diye bilinen evlatlıklar hakkında çarpıcı bilgiler veriyor. Mesela Atatürk’ün gözdesi Afet Ä°nan’ın bir Åžeyhin kızı olan Nebile’yi kıskandığını, bu yüzden zorla evlendirilen Nebile’nin ise üzüntüden kör olarak son günlerini Fransız Hastanesi’nde sürünerek geçirdiÄŸini okuyoruz hatırattan.
Ä°ÅŸe bakın ki, kıskançlıkta Zehra da Afet’i aratmamış, ‘kıskandığı’ Afet’i çekemediÄŸi için KöÅŸkten Londra’ya okumaya gönderilerek uzaklaÅŸtırılmış, o da dönüÅŸte Fransa’da trenden atlayarak intihar etmiÅŸ veya baÅŸkası tarafından atılarak öldürülmüÅŸtür. Fransız güvenlik kuvvetlerinin, vagon kapısında Zehra’nın eldiveniyle et parçalarını bulmaları ilginçtir.
Sabiha Gökçen, okumaya kabiliyet ve isteÄŸi olmayan, suratsız, inatçı mı inatçı bir kızdır. Hatta bu yüzden Atatürk tarafından “pataklanırmış”. Pilot olunca yeniden göze girdiÄŸini görüyoruz.
Hatırattaki bir paragraf büsbütün ÅŸoke edicidir. Aynen okuyoruz 274. sayfadan:
“Hasan Rıza Soyak’tan (CumhurbaÅŸkanlığı Genel Sekreteri) bu kızların tümünün bakire oldukları söylentisinin aslını sordum. Ondan aldığım karşılıktan, kızların Gazi tarafından Prof. Dr. Refik Hayri’ye muayene ettirildiÄŸini ve bakire olduklarının anlaşıldığını öÄŸrendim.”
Atatürk’ün 10 Kasım’da öldüÄŸü haberini Tokyo’dayken alır Hüsrev Gerede ve not defterine ÅŸu satırları düÅŸer: “Atatürk’ün cenaze törenini görenler, benim gibi uzaktan duyanlar ve bizden sonra okuyacak olanlar herhalde ‘Åžanslı bir diktatör, gıpta edilecek büyük ölü’ demekten kendilerini alamayacaklardır.”
Gerede’nin hatıratının resmî tarih taifesi tarafından neden görmezden gelindiÄŸini anlamış olmalısınız.
“Her neslin kendi önyargıları ve ilgileri var.”, diyor tarihçi Margaret Macmillan ve ekliyor: “Her nesil geçmiÅŸte yeni ÅŸeyler arar ve yeni sorular sorar.” Gelin görün ki, bizim tarihçiliÄŸimiz soru sormamasıyla meÅŸhurdur. Bu yüzden de deÄŸiÅŸmez. Tıpkı Nasreddin Hoca’nın fıkrasındaki gibi.
Ä°htiyarlayan Hoca, arkadaÅŸlarıyla nostalji yapmaktadır. Kimi gençliÄŸinde bir çuval buÄŸdayı sırtına vurdu mu deÄŸirmende soluÄŸunu aldığını anlatır, kimi daÄŸdan kestiÄŸi odunları nasıl omuzladığını. Hoca ‘Ben galiba hiç yaÅŸlanmamışım’ der. ‘Nasıl yani?’ sorularına cevabı ÅŸudur: ‘GençliÄŸimde bahçemizdeki dibek taşını kaldırmaya yeltenmiÅŸ ama kaldıramamıştım. Geçenlerde denedim, yine kaldıramadım!’
Bizim inkılap tarihi de hiç “tarih” vasfı kazanmamıştı ki deÄŸiÅŸsin!
Henüz yorum yapılmamış.